ana sayfaya dön

"Nasıl görmek gerekli?" diye düşünürken aklımdan geçenler



Tvit silsilesinin bir yandan düzenlenen, gözden geçirilen, ve şimdiden genişletilmiş olan hali!

Başlangıç: 8 Ocak 2021
Son güncelleme: 12 Ocak 2021

Bu sayfa hakkında diğer detaylar için şuradaki 12 Ocak 2021 tarihli girdiye bakabilirsiniz.








Bir
65 yaş üzeri teyze, otobüsten inmek istememiş.

Merdiven silerek karnını ancak doyurabiliyormuş.

İnsanlar "Yazık değil mi?" diye sorunca, çokları, "E ama yasak" deyivermişler!

Burada alıntıladığım hanımefendi, buna cevaben (müteakip tvitinde) "Şu toplumu bilmesek" tepkisini vermiş -- ki gayet yerinde!

Ama asıl konu belki de şu:

Primatlar dünyanın her yerinde lider/kural takip eder ve başkalarını da aynı şeyi yapmaya zorlarlar. Lider takip etmek, tabiatımızın bir parçası.

Lider ölüymüş, diriymiş, o da çok fark etmiyor.

Buradan başlayıp çok değişik yerlere gideceğim.

Şu video sinirimi bozdu ya hepinizi boğasım geliyor ne istiyorsunuz şu kadından ya , e ama kural diye zirvalamakla keşke yasanabilse hayat https://t.co/uObqGuh0oO

— Zeynep Duygu (@Duyguzeynebb) January 8, 2021

İki
Dün kibarca, "Böyle eli kanlı adamları niye ululuyorsunuz?" diye sormaya çalıştım. İnsanların eli kanlı liderleri ululamaya DA yatkın olduklarını biliyorum elbette. Ama istiyorum ki, vahşi duygularını değil, vicdanlarını dinlesinler.

Aşağıdaki altı tvitlik dizinin devamını şuradan okuyabilirsiniz.

Facebook'ta gördüm.

ABD için söylüyor. Ama her ülke için AYNEN BUDUR.

Tarih kitaplarını okuyunca gururlanmak falan insanın hoşuna gidiyor tabii, ama aynı kitapları başkaları okuyunca sizin hakkınızda ne düşünüyor, önemli olan o. pic.twitter.com/agY1963rN5

— Serdar Kaya (@derinsular) January 7, 2021

Üç
En ileri demokrasilerde dahi bu konuda çoğu insana hiçbir zaman ulaşılamayacağını bilmek hazin. Popülizm her zaman ciddi bir tehdit olarak kalacak. Çünkü tabiatımız bu. Dawn of the Planet of the Apes adlı filmdeki bir sahne, bu konuda hatırladığım en iyi örnek.


Dört
Filmde, (iyi lider) Caesar yaralanınca, diğer primatlar (rakip şahin lider) Koba etrafında toplanmaya başlar. Caesar bunu doğal karşılar. Der ki, "Primatlar her zaman en güçlü dalı seçer." Hiç unutamadım bu cümleyi. Çünkü, lider kültüne dair bildiğim her şeyin çıkış noktası.


Beş
İnsanı anlamak istiyorsak, genlerimizin %98'den fazlasını paylaştığımız primat kuzenlerimize bakmak ve davranışlarını incelemek zorundayız. Önemli olduğunu sandığımız, hatta reel ve objektif olduğunu düşündüğümüz saçma sapan şeyleri yapı-söküme uğratmanın en kestirme yolu bu.


Altı
Bunu yapmazsak, başka yerlerdeki aptallıklara gülerken, kendi aptallıklarımıza kör kalırız. Örneğin, Avrupa ve ABD'deki aşırı sağı alaya alırken, Türkiye'deki laik ve dindar kesimlerin gözü dönmüşçesine acımasız uygulamalarını gerekçelendirmeye kalkabiliriz.


Yedi
Bazı dindarların acımasızlıkları (Türkiye'de ve dünyada) yıllardır gündemde. Türkiyeli sekülerlerin (ve Tanrılarının) gaddarlıkları da ciltlere sığmaz. Ama çoğu insan kendi tanrısından, kendi mahallesinden memnun. Sadece ötekileri sevmiyor -- ki tam bir primat tavrı.


Sekiz
Türkiye'nin Kemalist solu ile DE anlaşamıyor olmamız bundan. Çünkü, kendi tarihine ve kimliğine mesafe alamayan bir "sol" bu. (Yani aslında değil.) Sınırlı bir şekilde Kürtleri, Alevileri, gayrimüslimleri savunur. Ama onları çoluk çocuk katledenleri de savunur, hatta ulular!


Dokuz
Yani, Kürtleri savunur, ama 1937 Dersim'i hatırlamak istemez. Sonra gider, 10 Kasım'da "Özlüyoruz!" paylaşımı yapar! Peki Dersimli Aleviler, Kürtler de özlüyor mu? "Bu ülkede hiçbir hakları yoktur" dediği Ermeniler de özlüyor mu? Sen niye özlüyorsun?


On
Özlüyorlar, çünkü onlar DA (bizim gibi) birer primat ve Şahin General Koba onların lideri. Bu konu aslında bu kadar basit. Ve bir o kadar da SAÇMA! (Ki primatlara dair pek çok diğer şey de pekala gerçek, ama aynı zamanda saçma.) Ormanda ve milyonlarca yılda evrilmiş bir tür bu! ORMANDA evrilmiş! Başka ne olacaktı ki?


On Bir
Ara not: Silsileyi uzatacağım. İlgisiz gibi görünen bir yerden başladım. Daha da ilgisiz sanılacak yerlere gideceğim. Cognition bence dünyanın EN mühim konusu. Yoksa Türkiye sadece bir "case". Ama çok ilginizi çekmiyorsa, bugün beni takipten çıkarmanız için iyi bir gün olabilir!


On İki
Ara not: 18 dakika oldu ama nedense sadece 1 kişi gitti! Ya kronolojik takip edenler de artık tvitleri göremiyor. Ya da bazıları "Acaba bu sefer ne yumurtlayacak, bir göreyim, ondan sonra giderim" modunda! Ama sorun değil! Zira her iki grup da ÖZÜNDE primat! Yani kötü! 😎


On Üç
Devam ediyorum... Baştan söyleyeyim, asla öfke, nefret yok. Benim modum her zaman Hotel California! (Ama benden duymuş olmayın, "MJ" olmadan anlaşılabilecek bir şarkı hiç değil! Just find the right strain for yourself -- or die trying!)


On Dört
Peki bu insanlarla anlaşılamaz mı? Misal, yakası rozetli emekli öğretmen adam/kadın oturuyor, okuyor/dinliyor. 1896, 1915, 1922, 1925, 1930, 1937, 1938, 1955, 1964, 1979-82, 1993, HEPSİNİ öğreniyor! Ama sonra aşı karşıtları gibi pseudo-science tepkiler veriyor, mazeretler uyduruyor! Ne yapmak lazım?


On Beş
Bunlar elbette ümitsiz vaka... Ama ben yine de iyimser olmaya çalışıyorum. Yelpazenin daha medeni ucundaki, lisan bilen, eğitimli, dünyayı biraz olsun tanıyan insanlar ARASINDA, daha makul (ve tercihen merhametli) olanlarla iletişim kurulmalı diye düşünüyorum. Nedeni basit.


On Altı
Diyalogun olmadığı yerdeki alternatif, gözümüzün önünde duruyor: TC'nin başından beri aslında devletin kaba kuvvetinden başka hiçbir şeye dayalı olmayan 98 senelik tarihi. Bu, hiçbir kesimden hiç kimsenin mutlu olduğu, olabileceği bir tablo değil.


On Yedi
Yani bir çözüm olsun, insanlar huzur bulsun istiyorsan, Rozetli Öğretmen Hanım ile olmasa bile, o kesimden birileriyle bir şekilde konuşmak zorundasın. @imTolstoyevski iyi bir örnek olabilir. Zira, siyasi yelpazenin o tarafının EN medeni ucunda olması bile mümkün. Ve bir de kötü niyetle konuşmayacağımı bileceğini tahmin ettiğimden, göstereceği tepkiler herhalde daha makul olur.


On Sekiz
Bilmeyenler için: Tolstoyevski kimdir, nedir, ne yapar?
a. Mantık bilir. (Yazdığı Safsatalar Ansiklopedisi yeni çıktı!)
b. Lisan bilir.
c. Dünyayı bilir.
d. Zekidir. Çoğu insanın göremeyeceği şeyleri görür.
e. ABD tecrübesi var. Ama orada yıllarca yaşayan çoğu Türkün aksine ABD sistemini DE gayet iyi bilir.


On Dokuz
Tolstoyevski özelinde belki hepsinden önemlisi şu: Adam hem zeki, hem analitik. (İkisi elbette el ele gidiyor, ama korelasyon herkeste aynı derecede güçlü değil.) Misal, bir seferinde aç bir sokak köpeği görünce hiç içi acımayan kalpsiz insanlardan bahsetmişti. Ama aç bir köpeği görünce içi acıyıp evine alan insanlara da değinmiş, onların perspektifinden de kendisinin kalpsiz olduğunu söyleyebilmişti. (Bir insanın oturup konuşulacak biri olup olmadığını böyle ifadeler dışavurur.)


Yirmi
Bu sonuncusu özellikle önemli, çünkü bir insanın objektif ölçüler kullanarak kendisinin skaladaki yerini öğrenme ihtiyacı hissetmesi, aslında maalesef epey nadir bir fazilet. (Hele Türkiye'de hepten nadir.) Özetle, enteresan ve takibe değer az sayıda insandan biri. Peki, bu nadir niteliklere sahip olan Tolstoyevski nelerle uğraşır?


Yirmi Bir
Bir iki konu hariç, aşağı yukarı benim uğraştığım şeylerle uğraşır: Dünyadaki mantıksızlıklar... Komplo teorisyenliği ve teorisyenleri. Düz dünyacılık, aşı karşıtlığı gibi şeylerin aptallığı, yer yer komikliği... Popülizm... Irkçılar... Aşırı sağcılar... Holokost inkarcıları... +


Yirmi İki
Kırmızı şapkalı Trumpçılar... Pizzagateçiler... Korona'yı kilisedeki şov-ayinde yenerek pandemiyi bitirmeye çalışan milyoner Amerikan vaizleri... Yani aklı başında insanların ibretle (ama herhalde daha çok muzipçe gülerek) takip ettiği şeyler. 🤭😃🤭


Yirmi Üç
Intermission.

#nowPlaying at #houseKaya:

#theOffspring #spotifyLink


Yirmi Dört
Peki bir insan, bu kadar ilgi duyduğu konuların Türkiye'deki muadillerinden neden HİÇ söz etmez? Örneğin, Holokostu küçümseyen Nazi tandanslı, 6MWNE tşortlu tipler bence de gayet tuhaf ve enteresan! Ama senin doğup büyüdüğün topraklarda literatüre ilk büyük soykırım olarak geçen korkunç hadiseler yaşanmış! Ve burada da, "Hiç kimseyi öldürmedik" diyen tipler var. ("Gerekirse yine yaparız" diyenler de az değil.)


Yirmi Beş
Dahası, bu hadiseler Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi'nin soykırım tanımına doğrudan ilham olmuş! (Bkz: Madde 2c) (Bkz: Raphael Lemkin) Bu gibi konularda, hep dışarıdakilerden söz ederken, bu hadiselerin ve kişilerin Türkiye'deki muadillerinden HİÇ söz etmemekte gerçekten de bir tuhaflık yok mu? Amacım, bir insanı söyleMEdikleriyle yargılamak değil. Amacım, burada bir tuhaflık olMAdığını izah etmek. (Ama biraz zaman alacak.)


Yirmi Altı
Eğer Holokost'un değil resmen tanınmak, yalan ilan edildiği, Holokost diyenin canının yandığı bir Almanya'da yaşıyor olsaydık, bu konulardaki gerçekleri bir parça dahi olsa bilen ve analiz edebilen insanlar olarak bazı sorumluluklarımız olmaz mıydı?


Yirmi Yedi
Daha da önemlisi, ilgili trajedide payı olan insanlardan ve siyasi geleneklerinden kendimizi olabildiğince uzak tutmaya çalışmamız gerekmez miydi?


Yirmi Sekiz
Örneğin, Holokost'un ardından "metruk" Yahudi mallarının gaspını ve transferini yönetmiş, bunlarla kendisini ve çevresini ileri seviyede zenginleştirmiş bir Tek Adam'ı, siyasi pozisyonumuzun diğer ucunda konumlandırmamız gerekmez miydi?


Yirmi Dokuz
Misal, bizim Tek Adam, Cohen Bağevi'ni çok beğenmiş. Adını Heidelberg Köşkü olarak değiştirtmiş. Sonra da orayı kendine konut yapmış! Almanya'da Yahudi izi kalmasın diye ismi ve/veya cismi yok edilen binlerce yapı gibi Cohen Bağevi de bu şekilde tarihe karışmış.


Otuz
İnsani değerlere bağlı, progresif bir Alman böyle bir adamla kendisini ilişkilendirir mi? Progresiflik bir yana, minimum seviyede ahlaklı olmak gibi bir iddiası olan bir insan, kendisini böyle bir adamla uzaktan yakından ilişkilendirir mi? Onu ve kirli mirasını savunur mu?


Otuz Bir
"Konu keşke bunlarla sınırlı olsa" diyeceğim, ama soykırım gibi bir hadise bağlamında "keşke" denmemesi gerektiği için diyemiyorum. Ciltlere sığmayan suçlarının küçük bir kısmının özeti şuradadır.

Ek:
Burada konu, "Geçmişimizi doğru öğrenelim" gibi bir şey değil. Ortada diktatöryel yetkilere sahip bir insan var. Bu kişinin bağlantılı olduğu siyasi hareket, ondan önce, onun döneminde ve ondan sonra bir dizi gayet büyük çaplı suçlar işledi. (1913-1964 arası, darbe dönemleri, ve sonra da 1990'lar bilhassa önemli.) İşlenen suçların büyük. Daha da önemlisi, bu suçların yol açtığı sorunlar halen çözülemiyor. Ama bazı insanlar, bu sorunları düşünmek bile istemiyor. Hatta, bu kesimden epeyce insan, bu ölçüsüz uygulamalardan zarar görenlerin bizzat kendilerini sorun olarak görüyor, kurbanları suçluyor! Dünyanın hemen her yerinde bu gibi durumlarda konuyu halı altına süpürmek isteyenler olur. Bu konuların konuşulmasından rahatsız olanlar olur. Geçmişle yüzleşmekten çekinenler olur. Böyle davranan insanlar, ekseriyetle popülist sağcı kesimden çıkar ve medeni ülkelerde bile aşağı yukarı %30'luk bir yeküne karşılık gelir. Türkiye'nin farkı, bu oranın %90'lara varması. Türkiye'deki büyük partiler de, kitleleri de, geçmişle yüzleşmekten yana değiller. Partilerin tamamı milliyetçi. AKP, muhafazakar-milliyetçi. CHP, laik-milliyetçi. MHP, milliyetçi-laik. CHP'nin solda addedilmesi, kendisini sosyal demokrat olarak tanımlaması ile ilgili. Ancak, Türkiye'de muhafazakar gelenek, sosyal politikalar konusunda CHP'den daha sağda değil. (AKP yapınca "makarna ve kömür ile seçim yatırımı", CHP yapınca "sosyal demokrasi" oluyor.)


Otuz İki
Bu konu, ABD'deki privilege/ayrıcalık tartışmasına benziyor. Hatta, tıpkısının aynısı! Hak ile ayrıcalık çok farklı iki şey. Eğer beyazsan, siyasete (ya da siyasetin bazı noktalarına) hiç ilgi duymadan ve TEMAS ETMEDEN rahatça yaşayıp gidebilmek gibi bir ayrıcalığın var!


Otuz Üç
Yok kurucu babaların köleleri mi varmış, yok Dr. King'i mi öldürmüşler, bir beyaz olarak böyle dertlerin hiç olmayabilir. Fred Hampton kimdir, bilmezsin bile. Hatta, böyle şeyleri bilip gündeme getirenleri marjinal ve tehlikeli görebilirsin -- ki gayet sağcı, milliyetçi ve hatta ırkçı bir yaklaşımdır.


Otuz Dört
Ayrıcalık tartışmasında ABD'deki yaygın beyaz/sağcı savunma kabaca şöyle bir şey: "Benim ailem fakirdi, ben sahip olduklarımı elde edene dek çok zorluklar çektim." (Yani, "Siyahların sırtından zengin olmadım!")


Otuz Beş
Halbuki ayrıcalık, insanların yaşamak zorunda kaldıkları zorluklar ile ilgili değil. Yaşamak zorunda kalMAdıkları zorluklar ile ilgili.


Otuz Altı
Belki dedelerinin hiçbir gerçekten de köle sahibi değildi. Belki sahip olduklarını elde edene kadar gerçekten de çok zorluklar çektin. Ama yolda yürürken polis seni hiç rahatsız etmedi. Sırf güzel bir araba kullanıyorsun diye seni durdurmadı. Üzerini ve arabanı aramadı. Sokakta koşarken "Acaba polis beni vurur mu?" diye korkmadın. Yasallaşma öncesinde küçük bir marihuana "suçu" nedeniyle hapse girmedin. Sırf renginden ötürü iş başvuruların reddedilmedi. (Ve muhtemelen hayata aslında zaten hiç de öyle 5-0 yenik başlamadın.)


Otuz Yedi
Hepsinden önemlisi, ABD'de bütün SİSTEM, bütün TARİHİ MİRAS, bütün KURUMLAR, bütün KAMUSAL ALAN, Black Lives Matter ile yeniden gündeme gelen ırkçı ANITLAR, çokları protestocularca kaidelerinden sökülüp yerlerde sürüklenen HEYKELLER, hep senin yanındaydı, senin kimliğini temsil ediyordu. Bundan çok da rahatsız olmadın. Ülken senindi. Horlanmadın. İtilmedin. Kakılmadın. Belki ırkçı değildin, ama "siyah konular" ile çok fazla ilgilenmemek gibi bir lüksün vardı. (Peki bir sorumluluğun da var mıydı?)


Otuz Sekiz
"Sorumluluk" derken, tvit no 26 ve sonrasına atıfta bulunuyorum tabii... Yani, şayet "Holokost" diyenin canının yandığı bir Almanya'da yaşıyor olsaydık, bu konulardaki gerçekleri bir parça dahi olsa bilen ve analiz edebilen insanlar olarak bazı sorumluluklarımız olmaz mıydı? Ve bugün Türkiye'de bu ayrıcalık konusu aynı şekilde işlemiyor mu? Bir düşünelim...


Otuz Dokuz
Horlanmadın. İtilmedin. Kakılmadın.

Çünkü Kürt değildin.
Ermeni değildin.
Rum değildin.
Yahudi değildin.
Kadın değildin.
Başörtülü hiç değildin.
Eşcinsel değildin.
Transseksüel değildin.
Özürlü değildin.
Alevi değildin.

Türktün.


Kırk
Bir de, hiç umrunda olmasa da, Sünniydin. Ve tabii Sünniliğinin hiç umrunda olmaması gibi bir ayrıcalığın da vardı. (Siyah adamın siyahlığını, Ermeni olanın Ermeniliğini umursamama gibi bir lüksü yok.) Haliyle, "Beni çok ilgilendirmiyor bu konular" diyebiliyordun. Bilmiş bilmiş, "Yanlış tabii inanç üzerinden ayrımcılık yapmak" falan da diyebiliyordun! Böylece, ırkçı damgası yemeden, gayet konforlu bir şekilde konuyu kapatıp, ilgilendiğin konulara dönebiliyordun. (Elbette herhangi bir şahıstan değil, bir tipolojiden bahsediyorum.)


Kırk Bir
Seküler-Türk-Sünni azınlık, Şahin General Koba sayesinde bu gibi AYRICALIKlarla büyüdü. Hatta çoğu, adı geçen kimlikleri taşıyanların en azından bazılarının ayrımcılığa uğramasının doğal olduğunu düşündü. Zira "Burası Türkiye" idi. O halde Kürtler, öyle Kürtçe eğitim falan istemeyecekti. Gayrimüslimler ise, misafir olduklarının bilincinde olacaklardı! Yani, Türk olmayan, biraz haddini bilecekti! Rozetli Öğretmen Hanım da, milyonlarca diğerleri de, yıllarca bu gibi zehirleri saçtı durdu.


Kırk İki
Türkiye'de 2009-2010 gibi işler değişmeye başladı. Seküler-Türk-Sünni azınlık, şimdilerde kendi ülkelerindeki kurumlara yabancılaşıyor. Bir yönüyle belki müstehak. Ama bu hiç kimse için iyi bir şey olamaz. Aksine, bu, bir toplumun başına gelebilecek en kötü şeylerden biri. Bu denli kimlik ve parti bazlı bölünmüşlük ve hizalanma, sadece bazı postkolonyal ülkelerde var. Böyle bir toplum huzur bulamaz.


Kırk Üç
Postkolonyal ülkelerin bu sorunları yaşamalarının nedeni, sınırları çizen sömürgecilerin ilgili bölgelerdeki sosyal gerçeklikleri dikkate almaması. Misal, sınırı çizerken, bir etnik grubu ortadan ikiye bölerek iki farklı ülkenin vatandaşı yapmaları. Gruplardan birini, yeni ülkelerinde azınlık pozisyonuna düşürmeleri. Ve daha bir sürü şey... Türkiye sömürge olmadı. Aksine sömürgeci bir imparatorluğun mirasını devraldı. Ama yine de aynı durumda. Ve bu ÇOK önemli. İzah etmeye çalışayım...


Kırk Dört
Bazı postkolonyal ülkelerde işler kabaca şöyle yürüyor: Ülkede birkaç büyük (ve bazen çok sayıda küçük) etnik ve/veya dini grup var. Her grubun ayrı bir partisi var. Siyasi tartışmalar ve gündemler hep kimlik etrafında dönüp duruyor. Hemen herkes kendi etnik aidiyetini temsil eden partiye oy veriyor! Dolayısıyla, herkes hep kendi grubu iktidarda olsun istiyor. Kurumlar ise önemsiz. Kurumların değil, kurumlardaki ofisleri kimin doldurduğunun önemi var. +


Kırk Beş
Böyle ülkelerde, gruplar arasında rekabet ve hatta düşmanlık olması nadir değil. Devletin polisiyle, ordusuyla, yargısıyla gayet büyük bir güç olduğunun herkes farkında. Bu gücün bir başka grubun elinde olması, diğerlerini ürkütüyor. Herkes, (öncelikle kendi güvenliği için) devlet kendi grubundan insanların elinde olsun istiyor. İktidara gelenler gitmek istemiyor, hatta iktidarda kalmak için her yolu mübah görüyor. Geçmişteki kollektif acılar (ve kimi zaman bu yaraların siyasi elitlerce kaşınması) her yolu mübah görmeyi her kesim içinde yaygınlaştırıyor.

Tanıdık geldi mi?


Kırk Altı
Bu gibi şartlar altındaki bir ülkede, vicdansız insanların dahi ajandasındaki ilk maddelerde, özsorgulama, empati, özeleştiri, özür ve helalleşme gibi şeyler olmalı. Yani geçmişle yüzleşme ve barışma. (Vicdanlı insanlar ise, özür dilemeye dünyanın dört bir yanına dağılmış olan Ermenilerden başlamalılar.)


Kırk Yedi
Barış, vicdansız insanlar için dahi çoğu zaman en rasyonel bir seçenek. Zira bu gibi çatışmalarda çoğu zaman herkes (ve de topyekün ülke) kaybeder. (Arada bazıları zengin olur, o kadar.) Ama sorun sadece vicdansızlık değil. Primatlar sadece acımasız değil. Aynı zamanda irrasyonel ve aptal. (Lafın gelişi değil. Primatların en zekisi dahi epeyce aptal. Yüz bin sene önce Afrika'dan çıkıp, 4.4 milyar yaşındaki dünyayı kolonize etmeleri, çoğu zaman zannedildiği gibi sadece zeka ile açıklanabilecek bir şey değil. Detayları sonra.)


Kırk Sekiz
Yani, şunu demek istiyorum: Türklerin rasyonel davranmayacaklarının, şu ya da bu şekilde köşeye sıkışmadan hiç kimseden özür dilemeyeceklerinin farkındayım. Seküleri de özür dilemez, dindarı da. Özsorgulama, empati, özeleştiri, özür gibi şeyler, Türkiye toplumunun ezici çoğunluğunun göbekten bağlı olduğu bu kaba kültürün defterinde yazmaz.


Kırk Dokuz
Yani ben şu an itibariyle, "Şöyle yapılmalı!" diye kimseye akıl veriyor değilim. Sadece yüksek sesle düşünüyorum. Aynı perspektifi paylaşan insanlar bu yazdıklarımı (belki küçücük bir azınlıkta olduklarının farkında olarak) okuyorlar. Dindar ve seküler Türkler de okuyor. Birlikte düşünüyoruz.


Elli
Yeri gelmişken belirteyim: "Halkımıza/Siyasilere/ABC Partisine Tavsiyelerim" gibi başlıkları hiç anlayamadım. Bu mesela hepten uçuk! (Öncelikle saçma belki, ama aynı zamanda epey de komik değil mi? "Amerikalılara Tavsiyelerim!" 🤭😃🤭😃 Umarım bir tek ben komik bulmuyordur!)


Elli Bir
Intermission.

#nowPlaying at #houseKaya:

#sting spotifyLink

Not 1:
Tolstoyevski'yi unutmadım.

Not 2:
Bugünün beni takipten çıkarmak için iyi bir gün olduğunu daha önce söylemiştim! (Hala geç değil!) 👍


Elli İki
Şimdi parantezi yavaş yavaş kapatarak konuya geri döneceğim: Primatlar, GRUPLAR halinde yaşarlar. Ancak, sığırlar gibi hepsi tek bir grup olarak hareket etmez. Kendi içlerinde de gruplaşırlar, çatışırlar, savaşırlar ve birbirlerini öldürürler.


Elli Üç
Bu savaşlarda bir grubun diğerini tamamen ortadan kaldırması da nadir değildir.

- Jane Goodall'un Tanzanya'da gözlemlediği, 1974-78 yılları arasında yaşanan böyle bir savaş: Gombe Chimpanzee War
- Bu savaştan gayet hazin görüntüler.


Elli Dört
Yıllar içinde çok sayıda benzeri görüntülere şahit oldum. İki tanesi çok çarpıcıydı, zihnimde yer etti; zaman zaman hatırlarım. Birincisi, Asya'nın dağlık bir bölgesindendi. Mevsim kış. Hava çok soğuk. Bir grup primatın içinde güçlü olanlar, sıcak bir kaplıcayı ele geçirmiş.


Elli Beş
Birkaç alfa erkek ve çok sayıdaki eşleri, Pamukkale gibi bir yerde, sıcak suyun içinde tatil yapar gibi sakince oturuyorlar. Diğerleri üşüyor ve soğuğa artık tahammül edemedikleri yüzlerinden anlaşılıyor. Ancak dayanamayıp suya yaklaşanlar, derhal şiddete maruz kalıyorlar.


Elli Altı
İkincisi, bir ormanda geçiyordu. Herkes ormanda ceviz gibi bir şey topluyor. Yiyecek kıt. O yüzden toplananları yemek yasak! Alfa erkeklere vereceksin! Ama primatlar kendilerini de düşünür! Bazısı arada atıyor ağzına bir ceviz! Ama alfa erkekler fark ederlerse asla acımıyorlar!


Elli Yedi
Suratlarına yumruğu geçiriyorlar! Bir tanesinin cevizi diğerinin ağzından çıkarıp kendi ağzına atışını hiç unutamadım. Tabii yakalanan korku içinde bakıyor vuran kişiye. Güçlüler ve zayıflar... Sömürü... Ne dersen de... En olmadık insanı bile sosyalist yapacak görüntüler!..


Elli Sekiz
Şu da enteresandır: Tavşan gibi bazı hayvanların gözleri, kafalarının iki yanına doğru uzanır. Bu seçilim, daha geniş bir açı sunar. Saldırıları daha erken fark ederek zaman kazanmalarını temin eder. Primatların gözleri ise tek bir yöne, yani öne bakar.


Elli Dokuz
Primatların gözlerinin iki yana uzanmamış olması, sosyal bir tür olmaları ile ilgili. Ormanda grup halinde yaşıyorlar. Birlikte oturmaktayken, çok sayıda göz dört bir yanı görüyor. Tehlike gören, diğerlerini uyarıyor. Tehlike, aslan olabilir. Başka bir primat grup olabilir!


Altmış
Burada önemli olan şu: Primatlar için, YABANCI, TEHLİKE DEMEK! Ve tehlikenin bertaraf edilmesi için grup çalışması şart. İnsanlar da bu tipik primat eğilimlerine sahipler. Kendilerinden olanlara daha kolay güvenirler. "Öteki"lere ise şüpheyle yaklaşırlar.


Altmış Bir
Örneğin, Ötekilerin yaptıkları kötülüklere daha çok tepki gösterirler. Hatta, bu kötülüğü onların kimlikleri ile açıklarlar. Kendilerinden olanların (ve hele de liderlerinin) kusurlarını ise, çok fazla görmezler. Ya da en azından tepkileri daha farklı ve ölçülü olur.


Altmış İki
Katolik Kilisesi'ndeki pedofili skandalını düşünelim... Batı ülkelerinde çocukları yıllardır (ve belki de asırlardır) taciz edenler Katolik rahipler değil de camilerdeki imamlar olsaydı, tepkilerin içeriği ve dozu aynı olur muydu? (Konu hakkında Spotlight adlı film izlenebilir.)


Altmış Üç
Özetle, bizler de primatız. Bizler de grup bazlı tepkiler veriyoruz. Yani, insanlara aynı yaklaşmıyoruz, yaklaşamıyoruz. İnsan ayırıyoruz. Dolayısıyla, farklı gruplarla ilişkilerimizi düzeltmek istiyorsak, her şeyden önce bu yönümüzü daha iyi anlamaya çalışmak zorundayız.


Altmış Dört
Intermission.

#nowPlaying at #houseKaya:

#rainbow #spotifyLink.


Altmış Beş
1990'larda genelev patroniçesi Matild Manukyan her yıl vergi rekortmeni olurdu. 😻 Herkes konuyu meşrebince yorumlardı. Bazısı gülerdi, bazısı kızardı! Gülenler tabii "Türk milleti"nin bu sektöre çok para harcıyor olduğu imasına gülüyordu.


Altmış Altı
Kızanların derdi ise başkaydı! Ermeni Manukyan, Türk kızlarını satıyordu! Buna neden müsaade ediliyordu! Neden kimse bir şey yapmıyordu! Milliyetçiliğin zavallılığına bir bakar mısınız? Yani Türk kızlarını Türk pezevenkler satarsa sorun yok! Yeter ki Ermeni satmasın!


Altmış Yedi
Burada bireyselliğe dair daha temel bir sorun da yok değil tabii. Yani, yetişkin bir Türk kızı kendi hür iradesiyle seks işçisi olmayı seçemez. Seçerse, nerede çalışacağına karar veremez. İlla ki, kötü bir Rum, Ermeni ya da Yahudi onu kandırmıştır. Life imitates Yeşilçam!


Altmış Sekiz
İlgili ilgisiz her şeyi grup aidiyeti üzerinden okuyunca, sadece komik duruma düşmüyoruz. Aynı zamanda sağlıklı düşünememiş de oluyoruz. Zaten tam da bu nedenle, sağlıklı düşünebilmek isteyen her insanın kendi yaklaşımlarını olabildiğince deşifre etmesi gerekli.


Altmış Dokuz
Misal: "Falanca gruba dair yaklaşımlarım gerçekten de objektif mi?"

"İlgili grubun yaşadığı felaketlere ve haksızlıklara aynı derecede duyarlı mıyım? Yoksa tekil gruplar hakkındaki fikirlerim, tavırlarımda zannettiğimden daha mı belirleyici?"


Yetmiş
Ya da: "Bugüne dek siyasete konu olan gruplardan kaç tane yakın arkadaşım oldu?"

"Bu arkadaşlarım hassasiyet duydukları ilgili konuları benimle rahatça konuşabilmişler midir?"

"Eğer bu gruplardan birinin üyesi olsaydım, yaşadıkları acılara yine aynı şekilde mi yaklaşırdım?"


Yetmiş Bir
Ya da, hepsinden önce: "Ben ilgili acıların neler olduğunu gerçekten biliyor muyum?"

"Bildiğim kadarını doğru anlayabildiğimden, empati kurabildiğimden emin miyim?"

"Ya ben neler yaşadım? Çok olağandışı bir şey geldi mi gerçekten de başıma? Bu bir ayrıcalık olabilir mi?"


Yetmiş İki
Ya da: "Ben siyasi konulardaki bazı rahatsızlıklarımdan söz ederken, bazı insanlar bunların biraz lüks dertler olduğunu düşünüyor olabilir mi?"

"Eğer böyle bir durum varsa, bu tavrım diğer toplumlardaki hangi grup ya da sınıflarınkine daha çok benziyor olabilir?"


Yetmiş Üç
Ya da: "Bazı acıların bazı insanlar için kutsal bir nitelik kazandığının, onur ve haysiyet meselesi haline geldiğinin farkında mıyım?"

"Farkında olmasam bile, bu gibi konulara zaman zaman kurbanların değil, katillerin perspektifinden bakıyor olabilir miyim?"


Yetmiş Dört
"Mesela, 'arkadaş'ımın hikayesinden ve bu hikayenin o aile için ne ifade ettiğinden haberim var mı?"

"Acaba 'arkadaş'ım hikayelerini benimle paylaşmamayı tercih etmiş olabilir mi?"

"Eğer paylaşmamışsa, neden paylaşmamış olabilir? Ya da, nasıl davransam paylaşırdı?"


Yetmiş Beş
Belki daha tehlikelisi:

"Ben kendi grubum hakkında neler biliyorum?"

"Kendi grubum hakkında 'bildiklerim'in doğruluğundan ne kadar eminim?"

"Kendi grubum hakkında hiç bilmediğim bazı şok edici gerçekler olabilir mi?"


Yetmiş Altı
Belki en önemli sorular:

"Beni kendi grubumun üyesi yapan şey tam olarak nedir?"

"Her zaman fark etmesem de, özellikle bazı konularda tipik bir grup üyesi gibi davranıyor olabilir miyim?"

"Bazı konularda hiçbir şey yapMAmak ve düşünMEmek de bir grup davranışı olabilir mi?"


Yetmiş Yedi
Herhalde anlaşılmıştır...

Çoğu zaman farkında dahi olmadan kendimiz gibi değil, Grup Üyesi gibi davranıyoruz.

Hatta çoğu zaman biraz fazla Grup Üyesi olduğumuz için, bazı konularda kendimiz olmayı, kendi doğrularımızı arayıp bulmayı düşünmüyoruz bile.

Etrafımızdakilere uyuyoruz.


Yetmiş Sekiz
Daha da kötüsü, Grup Üyesi gibi davranmak, fiile değil faile, kurbana değil kimliğine bakmamıza neden oluyor.

Mesela, dindar bir Türk, İsrailli askerlerden kaçan Filistinlileri görünce isyan ediyor. Ama güneydoğudan gelen benzeri görüntüleri kayıtsızca izleyebiliyor!


Yetmiş Dokuz
Seküler Türkler de benzeri çifte standartlarla yaşıyor.

Ama seküler oldukları için değil. Türkiye'deki seküler Türk gruba ÜYE oldukları için.

ABD'deki ırkçılığı görüp progresif pozisyonlar alırken, Türkiye'deki ırkçı İttihatçılığa kayıtsız kalmak böyle bir şey.


Seksen
Her iki grup da bu konulardaki insan hakkı ihlallerine kayıtsız kalma lüksüne sahip.

Ancak seküler Türklerin pozisyonu ne yazık ki çoğu zaman dindarlarınkinden daha duyarsız ve acımasız oluyor, zira kendilerini TC'nin kuruluş ilkelerini DE savunmak zorunda hissediyorlar.


Seksen Bir
Halbuki seküler Türklerin belki de en büyük handikapı bu. Zira progresif olduklarını iddia ediyorlar. Ama diğer yandan ikisi borderline üç soykırımda* doğrudan parmağı olan eski bir generali savunmaya (hatta ululamaya) kalkıyorlar!

* Karadeniz Rum. Ermeni mülkleri. Dersim.


Seksen İki
Bu gibi ileri seviyede insan hakkı ihlallerini bile gerekçelendirmeye kalkarsak, o zaman dünyada aklayamayacağımız canavar kalmaz. "Ama O bizi kurtardı!" gibi sadece "biz"i ilgilendiren (ve aslında bir ilkokul masalından çok öteye gitmeyen) argümanlar elbette mazeret olamaz.


Seksen Üç
Bu gibi gerekçelendirmeler, insanlıktan uzak. Bunlar, GRUP ÜYESİ davranışı.

Bunları yaparsan, Karadziç'i gerekçelendiren Sırp'tan farkın kalmaz.
Ya da, Hocalı'yı gerekçelendiren Ermeni'den.
Ya da, Holokost inkarcısı beyazdan.
Ya da, "Ama Tutsiler de şöyle şöyle işler yapmışlardı" diyen Hutu'dan.


Seksen Dört
84. Kaldı ki, hiçbir Sırp, ÖYLE bir Sırp olmak zorunda değil. Elbette bizler de ÖYLE Türkler olmak zorunda değiliz. Hasbelkader taşıdığımız bu kimlikleri önemsemek zorunda bile değiliz. Hatta, bu kimlikleri önemsemediğimiz ölçüde, her konuya daha dengeli yaklaşabiliyoruz, ve bir insan olarak da genel manada daha mutlu oluyoruz. Böyle fikirler, adamlar, toplumsal huzur için de, insan zihni için de birer zehir.


Seksen Beş
Ben şanslı bir insanım. Dünyanın farklı köşelerini görebildim. Her milletten arkadaşlarım, öğrencilerim oldu. Bu tecrübeler, dünyanın ne kadar büyük olduğunu, ama buna rağmen dünyanın birbirine çok uzak köşelerindeki insanların temelde aynı olduklarını anlamama yardımcı oldu.


Seksen Altı
Dünya iyisi Sırplara, Yunan(lı!)lara, Araplara, İranlılara rastlamak, Türkiye'de doğup büyümüş bir insan için önemli bir tecrübe. Çünkü, çok geniş coğrafyalarda milyonlarca insana atıfta bulunan bu kimlikler hakkında ekseriyetle sadece kötü şeyler duyarak büyüyoruz.


Seksen Yedi
Kötü şeyler duyan insanlar, kötü şeyler söylerler, kötü şeyler düşünürler, ve şartlar oluştuğunda gayet kötü şeyler yaparlar. Ne yazık ki, her ülkede, resmi ağızların anlattığı bazı kötü hikayeler var. İnsan, küçük yaşta işittiği hikayelerin çok kolay etkisinde kalabilen bir varlık. (Yani çocuklara bu masalları henüz pek bir şeyi sorgulayamayacak yaşta iken anlatıyor olmaları nedensiz değil.)


Seksen Sekiz
Misal, ilk kez bir Sırp ile karşılaşan ve konuşmaya başlayan bir Türk, şayet karşısında harika bir insan görüyorsa, biraz şaşırır! (Kendimden biliyorum!) Bu, basit de olsa önemli bir zihinsel kırılma.


Seksen Dokuz
Sırp, benim muhtemelen ilk kez ilkokul tarih kitabında rastladığım bir kelime. Ama sonra Bosna hadiseleri yaşanırken hepimiz bolca işittik bu kelimeyi. Tabii sadece olumsuz bağlamlarda. Hatta halen Sırp kelimesini olumlu bir bağlamda işittiğimi hatırlamıyorum.


Doksan
Bunun, benim sıradan Sırplara bakışımı etkilememiş olması mümkün değil. Ve tabii keşke sadece bu olsa... Daha kimler hakkında neler neler duyarak büyüyoruz... Dindarlar ayrı düşmanlıklar aşılıyorlar, sekülerler ayrı... "Kafir!" "Gavur!" "Zındık!" "Fasık!" "Sırp!" "Ermeni!" "Hain!" "Yunanlı!" "İbne!" "Dönme!" "Fahişe!" "Zani!" "Orospu!" ∞


Doksan Bir
Ve dünyanın başka yerlerinde niceleri neler neler duyuyorlar. Aptal primatların birbirlerine ettikleri...

Aptalız. Doğru. Ama aptal da olsak, en azından ÇOCUKLARIMIZA BİRBİRİMİZ HAKKINDA NEFRET AŞILAMANIN PEK DE İYİ BİR FİKİR OLMADIĞInı idrak edecek kadar akıllı olabiliriz. (Yıllardır neredeyse SADECE bunu anlatmaya çalışıyorum.)


Doksan İki
Milliyetçilikten, azınlıklardan, kimliklerden açtığım her bahis, SOYUT seviyede hep grup algıları (veya bu algıların dini/ideolojik temelleri) hakkında. "Lütfen falanca tarihte yaşamış semavi ya da seküler süpermenleri ululayıp herkese dayatmaya kalkmayın" diyorum. Hepsi bu.


Doksan Üç
"Bunlar yüzünden birbirinizi yemeyin" diyorum.

Ama, "Bunları seven, sayan, hatta bunlara tapan insanlar da elbette her zaman olacaktır; ve bunları yapmaya hakları vardır" DA diyorum.

Bana kızan insanlar da aynı şeyi söylese, hiç kimseye hiçbir şey dayatmamaya çalışsak, daha az kavga gürültü olmaz mı? Hepimiz daha huzurlu olmaz mıyız?


Doksan Dört
Denebilir ki, "Bir Kemalci, 'Kemal genel ölçü olmasın, sadece Kemal'i ölçü kabul eden siyasi parti olsun' diyemez. Derse, Kemalci olamaz."

Ama olamaz mı sahiden de?


Doksan Beş
Ya da, bir İslamcı, "İslam genel ölçü olmasın, İslami semboller bu kadar herkesin tepesine dikilmesin, kulağına bu kadar yüksek sesle sokulmasın, bu ülkede seküler ve gayrimüslim insanlar da var; ben sadece İslami referansları olan parti ya da partiler olsun, siyasi kararlara bu değerler de yansısın istiyorum" diyemez mi? Derse, İslamcı olamaz mı? Yani, böyle bir İslamcılık DA mümkün değil mi?


Doksan Altı
Olamaz mı sahiden de bunların hiçbiri?

Mesela, bu iki kesimden insanlar bir araya gelip, "Bu kadar yüksek sesli ezan da doğru değil; her yerde Atatürk heykeli, büstü, portresi olması da; kendi değerlerimizi başkalarının gözüne sokarak yaşamak istemiyoruz!" diyemezler mi sahiden de?


Doksan Yedi
Hatta sonunda bir de, "Kalacak olan bazı heykeller de sempatik olanlarla değiştirilsin, çocuklarımız çatık kaşlı heykeller görerek büyüsün istemiyoruz" deseler, ÇOK SEMPATİK olmaz mı? Artık bu kadar şeyden sonra herkesin biraz gülmeye ve birbirine sarılmaya ihtiyacı yok mu?


Doksan Sekiz
ÇOK GÜZEL hareketler olmaz mı bunlar sahiden de?

Ama "Kimse yanaşmaz buna!" diyorsanız, o zaman HERKES bugünkü tabloyu hak ediyor olmaz mı?


Doksan Dokuz
Intermission.

#nowPlaying at #houseKaya:

#billyCorgan #wpc #spotifyLink


Yüz
Ben, komşum olacak birinin bu iki kimlikten hangisini taşıdığı ile değil, bunu diyebilmesi ile ilgilenirim. Bunu söyleyen insandan zarar gelir mi? Ama bir insan bunu bile diyemiyorsa, kimliğinden anladığı şey, zaten baştan kamusal alanda dominant olmayı ve başkaları üzerinde baskı kurmayı içeriyor demektir.


Yüz Bir
"Peki bu kimlikler gerçekten de böyle dayatmalar içeriyor mu?" sorusu ise, ayrı bir tartışma. Herkes kendi kimlikleri konusunda bu soruyu önce kendisine sormalı. Ama aynı soruyu o kimliği taşıMAyan insanlara sormak daha da önemli! Bakalım ne diyecekler, öyle değil mi? 😉


Yüz İki
Yani Kemalist, etrafındaki Kemalist olMAyan insanlara soracak:
- "Sence Kemalizm insanlara bazı şeyleri dayatmayı da içeriyor mu?"

Dindar müslüman da, seküler/gayrimüslim ahbaplarına soracak:
- "Sence İslam dini insanlara bazı şeyleri dayatmayı da içeriyor mu? Ama samimi söyle bak; söz, kızmayacağım!" 😁


Yüz Üç
Açıkçası, iki taraf da alacağı cevapları domuz gibi biliyor olabilir! Ama dikkat edelim, bu, "İnsanlara hiçbir şey dayatmayan bir Kemalizm/İslam mümkün değil" demek değil. ("Zorunlu olarak değil" demek istiyorum.)


Yüz Dört
Kim bilir, belki de insanlara hiçbir şey dayatmamayı bir şekilde başarabilen bir Kemalizm ya da İslam versiyonu bir gün gerçekten de ortaya çıkar. Bana olmaz (ve de olamaz) gibi geliyor, ama bu yöndeki çabaları elbette takdir ediyorum. (@AkyolMustafa'nın İngilizce kitapları bu çerçevede çalışmalar.)


Yüz Beş
Ama yine de herkes kendine en azından şu soruyu sormalı diye düşünüyorum: "İdeolojim/inancım eğer başka insanlara bir şeyler dayatmayı DA içeriyorsa, herkesin aynı kimliğe sahip olmadığı bir topluma huzur getirebilir mi?"

Bu soruyu sormak zorundayız, çünkü hiçbir toplumda herkes aynı kimliğe sahip olamaz. Aynı aile içinde dahi farklı düşüncelere, inançlara rastlamak doğaldır. Bu farklılıkları sorun haline getirdiğiniz an, en yakınlarınızla bile çatışırsınız. Eğer ideolojiniz/inancınız bazı farklılıkları sorun haline getiriyorsa, o ideolojiyi/inancı ciddiye aldığınız ölçüde çatışmaya katkıda bulunursunuz.


Yüz Altı
Hiçbir toplumda herkes inançlı olamaz. Değil ki, bir de üstüne müslüman ve de sünni olsun! Hiçbir toplumda herkes heteroseksüel olamaz. Hiçbir toplumda herkes aynı düşüncede de olmaz. Herkesin herkesle etkileşip sürekli evrildiği günümüzün renkli dünyasında artık çoğu insanın tek bir kimliği bile yok. Karışık evlilikler hakeza.


Yüz Yedi
Doksanlardan beri:
- Lisan bilen insanlar oturdukları yerden dünyayı öğrenebiliyorlar.
- İnsanlar daha çok seyahat ediyorlar.
- Zorunlu ve gönüllü göç artıyor.
- Büyük şehirler, dünyanın farklı yerlerinden göç alarak daha da büyüyor.
- Farklı renk, inanç, lisan ve arkaplanlardan insanlar birlikte yaşıyorlar.
- İnsanların ulus-devletten anladıkları ve bekledikleri şeyler özellikle bu şehirlerde giderek değişiyor.
- Tek bir düşüncenin, inancın, ırkın ya da tarihi figürün sosyal ve siyasi hayatı domine etmesi fikri, bu küresel şehirlerde yaşayan her kesimden kozmopolit insan için giderek daha da arkaikleşiyor.
- Bu şehirlerde yaşayan progresif beyazlar, sırf falanca tarihi figür de kendileri gibi beyaz diye onu ve yaptıklarını savunma ihtiyacı hissetmiyorlar.
- 2020 Black Lives Matter gösterileri çerçevesinde yaşananlar biraz da bu kozmopolitan kimlik ile ilgili. Bazı beyaz tarihi figürler artık öncelikle kolonyal mirası çağrıştırıyor. Bazı insanlar, kamusal alanda artık böyle şaibeli insanların heykellerini görmek istemiyorlar. Kimi, "Kaldırın, müzeye götürün" diyor. Kimi doğrudan gidip tahrip ediyor.

- Bunların hepsi yeni gelişmeler. Yeni bir dönem bu. Eskiden HEPSİ çok zordu bunların. 300,000 senelik insanlık tarihinde 30 sene! Yani sadece son %0.01'lik dönem. Ama bazı insanlar eskide kalmak istiyor. Ne var ki, bir kez vakti gelmiş olan yeni, en güçlü eskiyi bile ezer geçer.


Yüz Sekiz
İnsanlar artık giderek daha fazla kültür ile etkileşiyorlar. Önceden varolduğunu bile bilmedikleri kültürlerden insanlarla tanışıyorlar. Bazen o kültürlerin içinde yaşıyorlar. Hatta bir parçası oluyorlar o kültürün! (Bazı kültürler dışlayıcı değil; buna müsaade ediyor.)

Dahası, bu süreçte, kimi şehir kimlikleri, milli kimliklerin dahi önüne geçmeye başlayabiliyor.

Günümüzün küreselleşen dünya şehirlerini bir düşünün...


Yüz Dokuz
Berlin... Tokyo... Barcelona... Prag... San Francisco... Hatta Şangay! Ve demografisi her gün değişmekte olan daha nicesi... Bu şehirlerde giderek daha fazla sayıda insan (misal) diyor ki, "Ben kendimi Kanadalıdan da önce Torontolu hissediyorum!" Bu çok yeni ve enteresan bir gelişme!


Yüz On
Bu şehirlerin ortak özellikleri, çok-etnisiteli, çok-kültürlü, çok-lisanlı ve seküler olmaları. Burada soru şu: Türkiye'de çatışan bu iki kimliğin bu yeni dünyaya ve bu yeni, küreselleşmiş Dünya Şehirlerine söyleyebileceği TEK BİR ŞEY var mı?


Yüz On Bir
Kemalist isen, zaten lokal bir ideolojin var. Yani dünyaya değil, sadece Türkiye'ye bir şeyler dayatmak istiyorsun. Ama bu yeni, KOZMOPOLİT insanlara söyleyebileceğin bir şey var mı Kemalizmin içinde? Onların bilmediği neyi biliyorsun? (Ya da, neyi onlardan öğrenmedin?)


Yüz On İki
Şayet müslüman isen bütün insanlığa hitap etme iddian var. Ama hakim İslam yorumlarının tamamının bu yeni dünyaya artık epey yabancı kaldığını artık bu noktada görebilmiş olman gerekir. Kaldı ki, millennial/kozmopolit müslümanlar dahi bu kültürel renkliliği tehdit eden dayatmalardan rahatsızlar.


Yüz On Üç
Her şey bir yana, bir insanın başkalarına bir şeyler dayatma haddini kendinde görebilmesi büyük küstahlık. Mutlak doğruyu kimden nasıl öğrendin? Öğrendi isen bile, bunu öğretmenin yolu dayatmadan mı geçer? Gerçekten güzel olan bir şeyi dayatmak neden gereksin ki?


Yüz On Dört
Intermission.

Ayrıca, şöyle bir şey varmış: @threadreaderapp

#nowPlaying at #houseKaya:

#aliceINchains #spotifyLink


Yüz On Beş
Eskiler, "Su akar yolunu bulur" demişler. Sosyal hayatın da bir doğası var. Zorlamakla, set çekmekle olmaz. Su yine bir şekilde yolunu bulur. Yeni olana direnç de doğal. Direnebilirsiniz. Bilgi kanallarını tıkayabilirsiniz. Düşünceye, ifadeye yasaklar getirebilirsiniz.


Yüz On Altı
Kuzey Kore yönetimi gibi, insanları dünyanın geri kalanından izole edebildiğiniz ölçüde yeni olanı geciktirebilirsiniz de. Ama bekleyince ne değişecek? İnsanların seküler ya da semavi dogmalarını sarsacak etkileşimlerden uzak tutunca kimin eline ne geçecek?


Yüz On Yedi
TC dediğimiz şey, neticede bir konsept. Tıpkı ABD gibi. Yani gerçekte Türkiye ya da ABD gibi şeyler yok. (Lafın gelişi değil, gerçekten yok.) Sadece insanların kafasında varolan fikirler bunlar. O sınırlar, askerler, heykeller, hep bu fikirler yüzden var. (Bu noktada ilgisiz gibi görünse de, bkz.: Budist yaklaşıma göre insanların fikirlerinde kaybolması, hayatlarında aslında bir kez bile durup düşünmemiş olmaları.) Ama şu da mühim: ABD aynı zamanda bir anlaşma. Bir sosyal sözleşme.


Yüz On Sekiz
Bu sözleşme, başlangıçta kadınları içermiyordu. Siyahları ve yerlileri ise hiç içermiyordu! Bu gruplar, sözleşmeye sonradan dahil oldu. Çokları, onların eşitlik mücadelelerine direndiler. Hala direnenler de az değil! Ama yeni olan AHESTE AHESTE da olsa eskiyi İLLA Kİ ezip geçiyor.


Yüz On Dokuz
O yüzden bunları öncelikle gençler okusun istiyorum. Ki merak duygularını canlı tutsunlar. Lisan öğrensinler. Dünyayı anlamaya çalışsınlar. Türkiye'nin birbirinden köhne, birbirinden acımasız iki büyük kampından birine nefer yazılıp ömürlerini ziyan etmesinler.


Yüz Yirmi
Daha da önemlisi, Grup Üyesi bir primat gibi davranarak geçmişte büyük haksızlıklara uğramış olan vatandaşlarını Öteki görüp, onlardan nefret etmesinler. Eski haksızlıkları gerekçelendirmesinler. Yeni haksızlıklara zemin hazırlamasınlar.


Yüz Yirmi Bir
Her ülkede bu gibi sistemli canavarlıkları çok fazla umursamayan geniş bir kesim olur. Türkiye'de bu kesimin pek çok medeni ülkedekinden çok daha geniş olduğunu, kimi konular özelinde %90'ları aştığını bilsinler. O güruhlara katılmasınlar. Fikirlerine ve sembollerine mesafe alsınlar.


Yüz Yirmi İki
Bazı insanların bazı konuları kendilerinden farklı görmesini, hissetmesini doğal bulacak olgunluğa erişsinler. "Biz"i "biz" kılan her türlü anlatıyı sorgulamaktan çekinmesinler. "Biz" olmaya ille de devam edeceklerse bile, bu anlatıyı ve tarihi arkaplanını öğrensinler, sorgulasınlar.


Yüz Yirmi Üç
Ülkelerinin gerçek tarihinin, (hatta Kurtuluş Savaşı gibi kutsallarının) dışarıdan bakınca çok farklı göründüğünü, görünebileceğini fark edebilecek açık fikirliliğe ve olgunluğa sahip olsunlar.

Her devlet masal anlatır. Ama hiç kimse bunlara inanmak zorunda değil.

Ve herkes eline bir kitap alıp okuyabilir, ama insan seküler ya da semavi bazı kırmızı çizgilerinin yerini değiştirmeye baştan hazır olmadan okuma yaparsa, çok fazla şey öğrenemez.)


Yüz Yirmi Dört
Hiç kimse devletin anlattığı bir masalın seküler ya da semavi versiyonuna inanmak zorunda değil. "Vatanı seküler bir süpermen mi kurtardı, yoksa Çanakkale'ye gökten inen melekler de yardım etti mi?"

Aklı başında bir insan böyle sorular sormaz.


Yüz Yirmi Beş
Türkiye özelinde, "Aklı başında olan insan, ilkokuldan sonra büyümeye devam etmeyi başarmış insandır" da denebilir.


Yüz Yirmi Altı
Türkiye, ABD gibi de değil! ABD toplumu, Bağımsızlık Bildirgesinde ve Anayasada ifade bulan bir sosyal sözleşmenin ürünü. Bu sözleşme, dün de mükemmel değildi, bugün de değil. Ama yine de ortada bir sözleşme var, ve bu gayet mühim.


Yüz Yirmi Yedi
Demokrasi, sosyal sözleşmenin HERKESin eşit katılımı ile güncellenebilmesi demek. Yani toplumun geleceğine yine o toplumda yaşayan insanların yön vermesi. Yani, sabit kalmanın, geçmişe saplanmanın zıttı. Hatta, YENİnin ESKİyi barışçıl şekillerde ezip geçebilmesinin adı!


Yüz Yirmi Sekiz
Zaten tam da o nedenle, demokratik bir anayasada "değişmez", "değişmesi teklif bile edilemez" maddeler olmaz, olamaz. Çünkü, gelecekteki insanların hayatlarına ipotek koymaya hiç kimsenin elbette hakkı yoktur. Ama sosyal ve siyasi hayatı düzenleme işi askerlere kalırsa, anayasalar böyle maddelerle başlar.


Yüz Yirmi Dokuz
TC de ABD gibi bir konsept. Ama TC'nin, üzerinde geniş kesimlerin mutabakata vardığı bir sosyal sözleşmesi HİÇBİR ZAMAN olmadı! Eski olanın devam etmesi 1800'lerden itibaren zaten mümkün değildi. Ama yeni olanın nasıl bir şey olacağı konusunda pek kimse mutabakat aramadı.


Yüz Otuz
İki önemli noktadan birincisi:

a. TC'nin bir asker tarafından ve Avrupa'da faşizmin yükselişi esnasında kurulması, askerlere o devirde makul gelen bazı ırkçı düşüncelerle şekillenmesi.

Hani bazı insanlar uzman edasıyla her olumsuzluğa "Ama dönemin şartları..." mazeretini getirmeyi seviyorlar ya? Buydu işte o dönemin şartları...


Yüz Otuz Bir
Ve ikincisi:

b. TC'nin, İLK GÜNDEN İTİBAREN, ve 98 YILDIR, masalı, kurguyu gerçek kılmayı medeni ülkelerdekinden ÇOK daha aşırı bir noktaya taşıması. Üniversite diplomalı, ama rahmetli dedelerinin neslinden herkesin bildiği şeylerden tamamen bihaber nesiller ortaya çıkarması.


Yüz Otuz İki
Yani bazı Görünmez Adamlar düzenli olarak araştırmacıların giremediği arşivlere girecek... Günümüzde sakıncalı olabilecek bazı resmi belgeleri yok edecek... (Evet, aynı 1984'teki gibi!) Okul kitapları, en önemli detayları atlayacak, ekseriyetle masallar anlatacak... Gazete(ci)ler, yayınevleri yakın takip altında olacak...


Yüz Otuz Üç
Bir ABD düşünün ki, çocuklar okullarda, "kölelik iddiaları"nın "zenci iftirası" olduğunu öğreniyor!

Bir ABD düşünün ki, ülkenin uzak ve yakın tarihindeki korkunç hadiselerden neredeyse hiçbir beyazın haberi bile yok! Ama bu onlar için bir eksiklik de değil, çünkü bütün sistem zaten bu hafıza kaybı üzerine kurulu.

Yani, sadece azınlıktakiler kendi başlarına gelenleri biliyor! Ağızlarını açıp bir şey diyecek olurlarsa, link ediliyorlar. Beyazlardan biri "Doğru söylüyorlar" diyecekler olursa, diğer beyazlar onu anında, "Hain!", "Ajan!", "Satılmış!", "Siyah tohumu!", "Zenci dölü!" gibi hakaretlerle sindiriyorlar!


Yüz Otuz Dört
Misal, içlerindeki küçük bir azınlık haricinde hiçbir BEYAZ, asırlarca köleliğin varolduğuna inanmıyor! Yine misal, müteakip segregasyon dönemini, gerçeğiyle ilgisi olmayan şekillerde izah ediyorlar! Güneyde ve diğer bölgelerde yaşanan linçlerden haberleri bile yok!


Yüz Otuz Beş
Yani, yolda rastgele bir beyazı çeviriyorsun, "Minnie Cox" diyorsun... "Tulsa 1921" diyorsun...

Anlamıyor!.. Hiç duymamış!

"Japon enterne kampları?" diyorsun...

"George Stinney?" diyorsun...

Hiçbirini duymamış!


Yüz Otuz Altı
Devam ediyorsun...

- "Little Rock Nine?"
- "Greensboro 1960?"
- "1967 yazı?"

Hiçbiri yok adamda! Çok afedersiniz, eşek gibi bakıyor!

Arada biraz izah veriyorsun... Ama anlamak istemiyor!

Sadece arada bir papağan gibi, "Devrin şartları olabilir" falan diyor!   ¯\_(ツ)_/¯


Yüz Otuz Yedi
Sonra biraz daha kurcalıyorsun... Görüyorsun ki, adamın Crazy Horse, Geronimo, Sitting Bull, Rosa Parks, MLK, Malcolm X gibi insanlar hakkında gayet tuhaf fikirleri var -- ve bu fikirlerin hiçbirinin gerçeklerle ilgisi bile yok!


Yüz Otuz Sekiz
Bu adam, eğitimli, zengin ve mutlu da olsa, acınacak durumda olan bir adamdır. Çünkü, beyaz kesime aslında ne kadar AİT olduğunun ve ömrü boyunca hep bir Grup Üyesi gibi davrandığının farkında bile değildir. Ve büyük ihtimalle ırkçı olmadığını düşünüyordur.


Yüz Otuz Dokuz
İnsanları, hayatları boyunca aslında hep bir kült içinde yaşayageldiklerine nasıl ikna edebilirsin?

Bir kültün kaç üyesi olduğunun önemli olmadığını, her büyüklükteki grubun gerçeklerle arasına mesafe koyduğu ölçüde bir külte dönüştüğünü onlara nasıl izah edebilirsin?


Yüz Kırk
Bir kültün seküler ya da semavi olmasının önemli olmadığını onlara nasıl gösterebilirsin?

Düzenli aralıklarla belli ritüeller gerçekleştirmelerinin, belli mantraları tekrarlamalarının pek hayra alamet olmadığını fark etmelerini nasıl sağlarsın?


Yüz Kırk Bir
İnsanların doğru bildikleri şeyleri doğru bilmelerinin en büyük nedenlerinden biri, düzenli aralıklarla, belli resmi günlerde, zihinlerine aynı zehirleri boca etmeleri -- ve bunu ritüellerle, ayinlerle, topluca yaparak en delice şeyleri normalize etmeleri, kitle psikolojisine esir olmaları.

Çünkü, son tahlilde hepimiz Grup Üyesi primatlarız.


Yüz Kırk İki
Hepimiz aynı primat beynini taşıyoruz. Milyonlarca yıllık Büyük Tarih'in, hayatta kalma odaklı bir süreçte şekillendirdiği bir beyin ile maluluz. En zeki olanımız bile yeterince zeki değil. Farklı gruplara ayrılıyor, diğer grup üyeleri ile birlikte farklı tuhaf ritüeller gerçekleştiriyor, mantralar okuyor, marşlar söylüyor, selamlar duruyor, gruba bağlılık yeminleri ediyoruz.


Yüz Kırk Üç
Jim Jones'un Kool Aid'i ile ölmek mi daha iyidir, yoksa insanın kendi elleriyle, belli aralıklarla ve ancak hayatta kalmasına izin verecek dozda Kool Aid içerek robot kalmaya devam etmesi mi?


Yüz Kırk Dört
Doğadan başka bir hikaye ile devam edeyim:

Karıncalar da primatlar gibi gruplara ayrılarak birbirleriyle savaşırlar. Ancak karıncalar, savaşlarda aldıkları esirlerin beyinlerini sıfırlayıp onları kendi gruplarına katabiliyorlar! Böyle bir yetenekleri var! Beyni yıkanan karınca, geçmişini unutuyor.


Yüz Kırk Beş
Yani, hep eski grubun bir üyesi imiş gibi kendi akrabalarıyla savaşmaya başlıyor! Ben, bunu hep Osmanlı'nın devşirme sistemine benzetirdim. Neticede, Balkanlı çocukları alıp götürüyor, zihinlerine #OsmanliAid koyup akrabalarına geri saldırtıyor! Ama biz bunu sürekli kendimize de yapıyoruz!


Yüz Kırk Altı
Ritüeller bu işe yarıyor. Yani seküler ya da semavi ritüellerle, ayinlerle, anmalarla, karıncaların esir karıncalara yaptıklarını kendimize yapıyoruz! Kendi beynimizi yıkıyoruz. Hitler, Kavgam'da, "Sürekli tekrar ettireceksin!" diyor. Yani beyni yıkanana dek tekrar ettireceksin! Yani Grup Üyesi olana kadar!


Yüz Kırk Yedi
Ama ondan sonra da tekrar ettireceksin! Zaten bir kez tadını aldıktan sonra kendisi de bırakmak istemeyecek! Yani gerçek şu ki, Grup Üyesi olmayı biz de seviyoruz! Ya da, bir kez Grup Üyesi olduktan sonra bırakamıyoruz. Fenerbahçeli olmak gibi bir şey... ⚽️ Kimliğimizin bir parçası haline geliyor. "Ya bu iş çok da mantıklı değil aslında" deyip bırakmayı da adeta ihanet gibi görüyoruz.


Yüz Kırk Sekiz
Bir insan nasıl Fenerbahçeli oluyor? Diğer anlamsız gruplara nasıl üye oluyorsa, öyle oluyor... Çocukken bir şey görüp seviyorsun. Ya da birileri kafana bir şeyler sokuyor. Hepsi bu... Sonra, ömür boyu seviyorsun onu! İstesen de bırakamıyorsun... 😎


Yüz Kırk Dokuz
Arada bir stadyumda başkaları ile toplanıp #FenerAid alma ihtiyacı hissediyorsun! Belli renkler, flamalar altında oturuyorsun. Bazı tuhaf sloganları tekrar ediyorsun! Karşı tarafta oturan, tanımadığın insanlara küfürler ediyorsun. Onlar da sana küfrediyor. Herkes deşarj oluyor, rahatlıyor. Tam primatlara göre bir oyun değil mi?


Yüz Elli
Neyse ki, maçlar 90 dakikada bitiyor. Kavga gürültü de çoğu zaman stadyumun çok ötesine taşmıyor. Ama her konu böyle değil. Ya koca bir ülke stadyuma dönerse ne olur?


Karikatür

Tabii parti aidiyeti ve seçimler de çok farklı değil!

Meşrutiyet


Yüz Elli Bir
Ya da, dünyanın tamamı zaten bu halde ise ne yapacağız? Yani bir işin içine grup üyeliği girince o işin rengi hemen değişiyorsa ne yapacağız? Stadyumdaki taraftarların öfkesi ile seçim öncesinde bir mitinge katılanların öfkesinin, hıncının temelinde hep aynı grup bazlı ve kurgusal algılar varsa?


Yüz Elli İki
Eğer durum bu ise, bundan ne sonuç çıkarmamız gerekir? Yani eğer temelde hala ormanlarda gruplar halinde yaşayan primatlar isek (ki öyleyiz), bundan ne sonuç çıkar?

İlgili ilgisiz pek çok konuda ormandaki bir çete mensubu gibi davranmakta olduğunu fark eden bir insanın ne yapması doğru olur?


Yüz Elli Üç
Primatların gruplara ayrılarak farklı flamalar, semboller altında bazı ritüeller gerçekleştirmeleri, marşlar, mantralar okumaları, seküler veya semavi bazı süpermenleri ululamaları, içlerindeki bazı hain primatları yermeleri, seneler önce yaptıkları (süpermene iman etmemek ya da düşmanla savaşını desteklememek gibi) bazı kötülükleri anmaları, bağlılık yeminleri etmeleri, dünya üzerindeki en delice şey!

Bunlar, tamamen ormandan ibaret olan başka bir gezegende yaşanıyor olsaydı, herhalde dehşete kapılarak izlerdik. Örneğin, ormandaki hayvanlar, ilkel bazı flamalar altında bazı ritüellere iştirak ediyor olsalardı, ve bu hadiseleri bugün şempanze savaşlarını izlediğimiz gibi ekran başında izleyebilseydik, dehşete kapılırdık! Yani her zaman birbirleriyle savaşmıyorlar, ama belli aralıklarla ormandaki bir meydanda ya da bir mağarada bir araya gelip bazı ritüeller gerçekleştirerek iman tazeliyorlar!

Böyle şeyler görseydik, dehşete kapılırdık. Ama güzel giyinmiş bazı adamlar benzeri şeyleri betonarme anıtlarda, heykellerin karşısında, ya da farklı sembollerle dolu mabedlerde yapınca, normal karşılıyoruz.

Not:
Kainat ~14 milyar yaşında.
Güneş, ~4,57 milyar yaşında.
Dünya, ~4,54 milyar yaşında.
İlk memeli hayvan ~250 milyon yıl önce yaşadı.
İlk primat ise, ~70 milyon yıl önce.
İnsanlar ile şempanzelerin ortak atası, ~6 milyon yıl önce.
Onun torunlarından biri, ~4,4 milyon yıl önce iki ayağı üzerinde yürümeye başladı.
Erken insan ~500,000, modern insan ise ~300.000 yıl önce ortaya çıktı.
Ölülerini gömmeye bugünden en az ~130.000 yıl önce başladılar.
Ve en az ~100.000 yıldır, ölülerini ritüellerle defnediyorlar.
Bkz.: detaylı kronoloji

Kim bilir, ne düşüncelerle gerçekleştirdiler o ritüelleri? Neler düşündüler, nelere inandılar? Acaba ilgili ritüelleri gerçekleştirirken ne yapmakta oldukları fikrindeydiler? Dünyadaki en ilginç ve en büyük sırlardan biri değil mi bu?

Yüz Elli Dört
Primatların ritüelleri, savaşlardan, okyanusları zehirlemekten ve akla gelebilecek diğer her türlü delilikten daha delice bir şey. Ama dünyanın her yerinde buna taraftarlık, vatanperverlik, ya da müminlik gibi bir şey deniyor ve en delice formları dahi (kendi bağlamında) kabul görüyor.



Yüz Elli Beş
Bir gün gerçekten de uzaylılar dünyaya gelecek olursa, (grup bazlı düşünce ile evrilmemiş olmaları durumunda) bize ilk önce bu konudan bahsetmek isteyebilirler.

👽: "That's what's wrong with you! You can't keep doing this! You just can't!.."

Duymak istemeyebiliriz. "Biz"i kandırmak istediklerini düşünebiliriz. Neticede "Onlar" uzaylı! Güven olmaz!


Yüz Elli Altı
Intermission.

#nowPlaying at #houseKaya:

#queensryche https://www.youtube.com/watch?v=0Tl2Q8YLHWQ


Yüz Elli Yedi
Çok öfkelenince, iki yaşındaki çocuğunu döve döve öldürmüş.

Primatlarla kuzen degiliz. Primatız. Elbise giyen hayvanlarız. İyimiz de var, kötümüz de. Kuzu gibi olanımız da var, kudurmus köpek gibi olanımız da.

İçinde çok fazla kötülük olmasa da, bir anda saman alevi gibi parlayan bir öfkeyle korkunç işler yapanlarımız da az değil. Misal: "Bir anda nevrim döndü, gözüm karardı, neler yaptığımı ben de şu an hayal meyal hatırlıyorum."

Ormandan çıkalı çok oldu, hayvan olduğumuzu maalesef unuttuk. Özeti bu.

Anne


Yüz Elli Sekiz
IŞİD ile Amerikan sağı. Burada şiddet yok, ama güç gösterisi var. Tam olarak ritüel değil. Ama sembol yüklü. Ağır aidiyet yüklü, Ağır adanmışlık yüklü. Biz-ve-Onlar yüklü.

Birbirlerine çok benziyorlar, çünkü hepsi, aynı primat güdülere sahipler ve dolayısıyla aynı tavırları sergiliyorlar.

Fanatizm





2022'de devam edecek.

(Yorumlar, eleştiriler, tavsiyeler için DM açık.)




ana sayfaya dön

© Serdar Kaya
. : 16 Şubat 2005'den beri : .